Ana Sayfa
samastlıların kökeni
bitkilerle gelen tedavi şifalar
mutlu evliligin sırları
bebek bakımı saglıgı
galeri
sanatçılar hakkında yorumlar sevilen parçalar
Ziyaretçi defteri
çaglar ötesi yorumlar
herşeye evet tarzı
dini bilgiler
yaşam ve ötesi
masal dünyası
duyarlı davranışlar
30 günde mükemmel cilt
güzellik receteleri
istanbul trafik kameraı
günlük burç
mp3
www.izle tv.radyo player
arama motoru
hareketli msn resimleri
sitene ekle
dünyanın ilginçleri
yemek tarifleri
 

dini bilgiler



İslâm dîni nedir? İslâm dîni, Allah'ın, son Peygamberi Hz. Muhammed (asm) vasıtasıyla bütün insanlara gönderdiği en son ve en mükemmel dindir. İslâm'ın gelmesiyle, diğer dinlerin hükmü sona ermiştir. İslâm dînini kabul eden kimseye Müslüman denir. İslâm'ın en son ve Allah katında yegâne mûteber din olduğu, Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde belirtilir: "Bugün sizin dîninizi sizin için kemâle erdirdim. Sizin üzerinizdeki nîmetimi (lütuflarımı) tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim ölümü istemek "Bir kimse, Peygamber efendimize gelerek: -İzin ver yâ Resulallah, ölümümü temenni edeyim. Peygamber efendimiz: -Ölüm öyle bir şeydir ki onun için hazırlıklı ol! Yol uzun, azık ister. Ölümü temenni edenin on hediye hazırlaması lazım. O kimse sordu: Hediyeler kime yâ Resulallah? Peygamber efendimiz buyurdu: 1- Azrail’in hediyesi. 2- Kabrin hediyesi 3- Münker ve Nekir’in hediyesi. 4- Mizanın hediyesi. 5- Sırat köprüsünün hediyesi 6- Malik’in hediyesi. 7- Rıdvan’ın hediyesi. 8- Rûhun hediyesi. 9- Peygamberinin hediyesi. 10- Rabbinin hediyesi. - Bu hediyeler nelerdir, ya Resulallah? Azrâil’in hediyeleri dörttür: 1- İyi huylu olmak. 2- Geçirdiğin ibadetleri kaza etmek. 3- Ölüme hazırlanmak, sefere çıkacak yolcu gibi. 4- Kalbinde Allah aşkını taşımak. Kabrin hediyeleri de dörttür. 1- Söz taşımayı terk. 2- Elbiseye idrar sıçratmamak. 3- Kur’an-ı Kerimi okumak. 4- Salevât-ı şerifeyi çok okumak. Münker ve Nekir’in hediyeleri; 1- Doğru konuşmak. 2- Gıybeti terk etmek. 3- Hakkı kabul etmek. 4- Tevazu sahibi olmak. Mizanın hediyesi: 1- Amelini ihlâs ile yapmak. 2- Başkasına eza yapmaktan sakınmak. 3- Güzel ahlak sahibi olmak. 4- Allahı çok zikretmek. Sırat Köprüsü’nün hediyesi: 1- Gadabını yutmak, kızmamak. 2- Takva sahibi olmak. 3- Cemaate devam etmek. 4- İbâdetlere ara vermeden devam etmek. Malik’in hediyeleri: 1- Allah korkusundan ağlamak. 2- Gizli sadaka vermek. 3- İsyanı terk etmek. 4- Anne ve babaya iyilik etmek. Cennet meleği Rıdvan’ın hediyesi: 1- Kötülüklerden kaçınmak. 2- Ni’metlere şükretmek. 3- Malını Allah yolunda infak etmek. 4- Emaneti muhafaza etmek. Rûhun hediyesi: 1- Az yemek. 2- Az konuşmak. 3- Az uyumak. 4- İstiğfara devam etmek. Peygamberin hediyesi: 1- Ehl-i beyti sevmek. 2- Sünnete uymak. 3- Peygamberin sevdiklerini sevmek. 4- Sahabe-i kiramı sevmek. Allah zülcelalin hediyeleri: 1- Allah’ın emirlerini yapmak. 2- Nehyettiği, yasak ettiği şeylerden kaçınmak. 3- İnsanlara nasihat etmek. 4- Bütün mahlûkata karşı merhametli olmak." (yalnız İslâm'dan razı ve ondan hoşnûd oldum)".(el-Mâide, 3). "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, ondan [seçtiği dîni] kabûl edilmiyecektir ve o, âhirette hüsrâna [büyük zarara] uğrayanlardan [olacak]tır. "Allah katında yegâne [hak] din İslâmdır."1-Fatiha 30-Rum 59-Hasr 87-A'la 2-Bakara 31-Lokman 60-Mümtehine 88-Gasiye Ölümü Hatırlamanın Kalbe Tesiri Ölüm büyük bir işdir, büyük bir tehlikedir. insanlar bunu bilmezler, hatırlasalar da kalblerine fazla tesir etmez. Çünkü kalbleri dünya meşgalesi ile öyle dolmuşdur ki, kalblerinde bir şeye yer kalmamışdır. Bunun için de zikir ve tesbihden zevk almazlar.Bunun çaresi, yalnız bir yere çekilmek, hiç değilse kalbini bir saat kadar dünya meşgalelerinden uzak tutmakdır. Nitekim ıssız sahralarda dolaşan bir kimse, başkalarından kendisine bir yardım geleceğini düşünmez. Başının çaresine bakar. Önceden tedbir alır. işte yalnız bir yerde oturup kendi kendine demelidir ki: Ölüm yaklaşdı. Belki bu gün gelir. Eğer sana bilmediğin karanlık bir dehlize gir deseler içinde kuyu var mı? yoksa köpeğe rastlar mıyım veya ne var ne yok? bilmiyorum deyip dizlerinin bağı çözülür. Ölümden sonraki işin, mezardaki korkulu halinin bundan aşağı olmadığı gün gibi meydandadır. Bunu düşünmemek ne biçim cesarettir? Bunun en güzel çaresi ölen arkadaşlarına bakmak, onları düşünmekdir. Onları hatırlayıp dünyada her birinin mevkiini, işlerini, sıkıntılarını, neş'elerini, dünyada neye kavuşduklarını, ölümü nasıl unuttuklarını ve beklemedikleri bir zamanda ellerinde en ufak bir azık ve hazırlık yokken ölümün gelip onları kıskıvrak götürdüğünü düşün. Ölümü hatırlamak üç şekilde olur. Birincisi, dünya ile meşgul olan gafilin hatırlamasıdır. Ölümü hatırlar fakat kendisini dünya arzularından alacak diye onu sevmez. Bunun için ölümü kötüler ve "bu kötü iş başımıza gelecek, yazık ki bu dünya ve güzellikler böyle kalacaktır" der. Ölümü bu şekilde hatırlaması kendisini Allahu Teâlâ'dan uzaklaştırır. Fakat dünya kendisine sıkıntılı gelir. Ve dünyadan nefret ederse aklını kullanırsa faydasını görür. ikincisi, tevbe edenlerin ölümü hatırlamasıdır. Daha çok korkmak için ölümü hatırlar Tevbesini bozmaz ve geçmişte kaçırmış olduğu fırsatları telafi eder. Çok şükür etmeye gayretli olur. Bunun sevabı büyüktür. Tevbe eden kimse ölümü kötü görmez. Erken ölmeyi de sevmez. Çünkü hazırlık yapmadan gitmek istemez. Ölümü böyle istememek zararlı değildir. Üçüncüsü, âriflerin ölümü hatırlamasıdır. Onların hatırlaması vadedildiği üzere öldükten sonra Allahü Teâlâ'ya kavuşmak içindir. Seven sevdiğinin va'dini sözünü unutmaz. Daima onu gözetir. Hatta seve seve ölmek ister. Nitekim Huzeyfe (radıyallahu anh) ölürken "Ya Rabbi! Fakirliği zenginlikten, hastalığı sıhhatten, ölümü yaşamaktan çok sevdiğimi biliyorsun. Ölümümü kolay eyle ki, seni görmekle rahat edeyim." Bu derecelerin ötesinde bundan daha büyük derece vardır. Ölümü istemez de, kötü görmez de, ne erken gelmesini ne de geç gelmesini ister. O Allahu Teâlâ'nın hükmünü hepsinden çok sever. Kendi tasarruf ve arzularına kıymet vermez. Rıza ve teslim makamına ulaşmıştır. Bu, ölümü hatırladığı fakat ondan korkmadığı, hatta ölüme hiç aldırmadığı zaman olur. Çünkü bu dünyada kendisi onun müşahedesindedir. Kalbi her an onu zikretmektedir. Ölüm ve hayat onun için birdir. Çünkü her nerede olursa olsun, Allahu Teâlâ'nın zikrine ve sevgisine dalmıştır. 3-Al-i imran 32-Secde 61-Saf 89-Fecr 4-Nisa 33-Ahzab 62-Cum'a 90-Beled 5-Maide 34-Sebe 63-Münafikun 91-Sems 6-En'am 35-Fatir 64-Tegabün 92-Leyl 7-A'raf 36-Yasin 65-Talak 93-Duha 8-Enfal 37-Saffat 66-Tahrim 94-insirah 9-Tevbe 38-Sad 67-Mülk 95-Tin 10-Yunus 39-Zümer 68-Kalem 96-Alak 11-Hud 40-Mümin 69-Hakka 97-Kadir 12-Yusuf 41-Fussilet 70-Mearic 98-Beyyine 13-Ra'd 42-Sura 71-Nuh 99-Zelzele-Zilzal 14-ibrahim 43-Zuhruf 72-Cin 100-Adiyat 15-Hicr 44-Duhan 73-Müzzemmil 101-Kaari'a 16-Nahl 45-Casiye 74-Müddessir 102-Tekasür 17-Isra 46-Ahkaf 75-Kiyamet 103-Asr 18-Kehf 47-Muhammed 76-insan-Dehr 104-Hümeze 19-Meryem 48-Fetih 77-Mürselat 105-Fil 20-Taha 49-Hucurat 78-Nebe 106-Kureys 21-Enbiya 50-Kaf 79-Naziat 107-Ma'un 22-Hac 51-Zariyat 80-Abese 108-Kevser 23-Mü'minun 52-Tur 81-Tekvir 109-Kafirun 24-Nur 53-Necm 82-Infitar 110-Nasr 25-Furkan 54-Kamer 83-Mutaffifin 111-Tebbet 26-Suara 55-Rahman 84-insikak 112-Ihlas 27-Neml 56-Vakia 85-Büruc 113-Felak 28-Kasas 57-Hadid 86-Tarik 114-Nas 29-Ankebut 58-Mücadele (Âl-i İmrân, 19). İslâm'ın Dışındaki Dinlerin Geçerliliği Neden Kalkmıştır? Tarihin çeşitli devirlerinde insanlara ayrı ayrı Peygamberler ve dinler yollayan Allah Teâlâ, son din olarak onlara İslâm'ı ve son Peygamber olarak da Hz. Muhammed'i (asm) göndermiştir. İslâm'ın gelmesiyle Yahudîlik ve Hıristiyanlık gibi eski dinlerin hükmü sona ermiştir. Bu, tıpkı, yeni bir kanun çıkınca, eski kanunun hükmünün yürürlükten kalkması gibidir. Allah'ın son dîni ve İlâhî Kanunu İslâm gelince, eski dinlerin ve ilâhî kanunlarıin geçerliliği son bulmuştur. İslâm dışında kalan dinlerin yürürlükten kalkmasını gerektiren başlıca sebepleri şunlardır: 1 - Her şeyden evvel, eski dinler, yalnızca belli bir zamana ve belli bir muhîtin insanlarına hitab ediyorlardı. İslâm ise, topyekûn bütün insanlığa seslenmektedir.Dâveti umumî ve mesajı cihanşümuldür. 2 - Eski dinler, sadece kendi zamanlarının insanlarını muhâtab almışlardı. O zamanın insanlarının seciyeleri kaba ve mizaçları vahşete yakındı. İlimde, medeniyette, fikir ve anlayışta geri idiler. Ulaşım ve haberleşme imkânları, ibtidai bir haldeydi. Her bölgenin kültürü, inancı, örf ve âdetleri farklı farklıydı. Karşılıklı fikir ve kültür alışverişi de oldukça zayıftı. Bu yüzden, her muhîte ayrı ayrı Peygamberler gelmesi, başka başka dinler gönderilmesi zarureti vardı. Zaman geçip insanlık ilim, fikir, kültür ve medeniyet yönünden büyük gelişmeler kaydedince, eski mahallî dinler artık insanların ihtiyaçlarına cevap veremez hale geldiler. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak da insanlara en son din olan İslâmiyeti gönderdi. İslâm dîni, 1400 yıl evvelki dünyanın insanından,bugünün ve yarının modern insanına kadar gelip geçen bütün insanlığa hitab edebilme özelliğinde olan bir dindir. Bu bakımdan, kıyamete kadar hükmü bâki ve geçerlidir. 3 - Eski dinlerin, zamanla, içlerine hurâfeler,bâtıl inançlar karışmıştır. Allah'ın birliğine îman esası, yani tevhid inancı kaybolmuştur. İslâm ise, hâlâ ilk günkü tazelik ve saflığı ile,bozulmadan durmaktadır. Netice olarak diyebiliriz ki: İslâm'ın dışında kalan dinler, geceleyin bir sokağı aydınlatan bir fener ve sokak lâmbası gibidir. İslâm ise, bütün dünyayı aydınlatan güneş hükmündedir. Güneş doğduktan sonra, artık sokak fenerine hiç ihtiyaç kalırmı? İslâm Dininin Özellikleri Nelerdir? İslâm dinini, sâir dinlerden ayıran belli başlı özellikleri şunlardır: 1 - İslâmiyet, her asra ve her insana hitab eder, getirdiği esaslar insanlığın bütün ihtiyaçlarına cevab verir. İslâm'ın bu cihanşümûl özelliğine Kur'an'da şu şekilde işaret olunur: "Ey Muhammed!(sav) Biz seni BÜTÜN İINSANLARA yalnızca müjdeci ve korkutucu olarak gönderdik." (Sebe', 28). "Ey Muhammed!(sav) De ki: 'Ey insanlar, ben Allah'ın HEPİNİZ İÇİN GÖNDERDİĞİ Peygamberiyim'." (el-A'raf, 158). 2 - İslâmiyet kolaylıklar dînidir. İslâm'da insanlara yapamayacakları veya yaparken zorluk çekecekleri işler yüklenmemiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de İslâm'ın kolaylık prensipleri şu şekilde ifade edilir: "Allah, insanı ancak gücünün yeteceği işle mükellef tutar..."(el-Bakara, 285) "Rabbimiz, bize gücümüzün yetmiyeceği şeyi taşıtma..."(el-Bakara, 285). "Allah, sizin için kolaylık göstermek diler, zorluk çıkarmak istemez..."(el-Bakara, 185). Kur'an'da İslâm'ın kolaylıklar dîni olduğu bu şekilde açıklanırken Peygamberimiz de,(sav) bu hususta hadîs-i şeriflerinde şu prensipleri vaz'etmişlerdir: "Ben ancak âlemlere rahmet olarak gönderildim. Azâb için, zorluk vermek için gönderilmedim... "Allah Teâlâ, beni sıkıntı ve zahmet verici ve bunu arzu edici olarak göndermedi. Fakat Allah beni, muallim (öğretici, bildirici) ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi... "Dininizin en hayırlısı, en kolay olanıdır. Muhakkak ki din bir kolaylıktır... "Ben size neyi yasak ettiysem, ondan çekinin; size neyi emretti isem, ondan gücünüzün yettiği kadarını yapın. Sizden evvelki ümmetleri ancak mes'elelerinin ve Peygamberlerine karşı ihtilâflarının çokluğu helâk etmiştir. "Amelden gücünüzün yettiği kadarını yapın. Siz ibâdetten bezmedikçe, Allah da sevab vermekten bıkmaz. "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz. Hz. Âişe Validemiz, Resûlüllah Efendimizin bu hususla ilgili tatibkatını şu şekilde beyan etmişlerdir: "Resûlüllah (asm) iki şey arasında dilediğini tercihte serbest bırakıldı mı, günah olmadığı müddetçe muhakkak onlardan en kolayını alırdı.Eğer iş günahsa ondan halkın en uzak bulunanı Resûlüllah olurdu. Bütün bu hadîs-i şerifler, İslâm dîninin ne derece uygulanması kolay hükümler ihtiva ettiğini göstermektedir. Cihanşümûl ve kıyâmete kadar pâyidar oluşunda,bu kolaylık anlayışsının büyük yeri vardır. İslamiyet insanların dış görünüşten ziyade insanın iç görünüşüne bakmıştır. İslâmiyet, ruh ile madde, dünya ile âhiret arasında tam bir denge kurmuştur. Yahudîlik beden zevklerini ve maddî faydaları ön plânda tutar. Mensuplarını hırsla dünyaya bağlanmağa sevkeder. Hıristiyanlık ve Hind dinleri ise, sadece ruhu geliştirmeye, vücuda eziyetler çektirerek nefsin arzûlarını zayıflatmaya, dünya hayatını boşlamaya önem verirler. Buna karşılık İslâmiyet, ruh ile beden, dünya ile âhiret arasında tam bir denge kurmuş; ne bedene, ne de ruha ızdırap çektirmeyi esas almıştır.İkisine de aynı ölçüde değer vermiş; herbirinin ihtiyaçlarını ayrı ayrı karşılamayı kabul etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de,"Allahım, bize dünyada iyilik, âhirette de iyilik ver" âyeti, İslâm'daki dünya ve âhiret dengesini en iyi şekilde belirtmektedir. İslâm, ne dünyaya fazla değer vererek âhiretin,ne de âhirete ağırlık vererek dünyanın terkedilmesine izin verir... Âhiretin dünyada kazanılacağını söyleyerek,"hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi de âhiret için" çalışılmasını ister... İslâm'da ruhban sınıfı yoktur. Herkes dinini gücü nisbetinde kendi öğrenmek zorundadır. İbâdetleri ifa için, kul ile Yaratıcı arasında aracılık yapacak, günahlarıiaffettirecek imtiyazlı bir seçkin sınıfa yer yoktur. İslâm, bütün mânasıyle ahlâk ve fazîlet dîni olduğu gibi, en yüksek mertebede ilim ve hakikatın koruyucusudur. İslâm'ın kolaylıklar dini olduğunu gösteren, Asr-ıi Saâdet'te cereyan etmiş pek çok vâkıa vardır. Onlardan bazılarını burada zikredeceğiz. Enes bin Mâlik Hazretleri anlatmaktadır: "Nebî (sav) bir gün mescide girdi. İçeri girer girmez de gözüne mescidin iki direği arasına çekilmiş bir ip ilişti. - Bu ip nedir? diye sordu. Sahâbîler:- Bu, Zeyneb'in ipidir. Zeyneb, nâfile namaz kılarken ayakta durmaktan yorulunca, bu ipe tutunuyor, dediler. Peygamber (sav): - Hayıir, (İbadette böyle güçlük ihtiyâr olunmaz.) Bu ipi çözünüz. Sizden biriniz zinde ve neş'eli oldukça namazını ayakta kılsın. Yorulunca da hemen otursun. (... Ve namazını oturduğu halde tamamlasın.) buyurdu. Ebû Mes'ûd el-Ensârî'den: Resûlüllah'a (sav) biri gelip: - Yâ Resûlâllah. Filânca bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, nerdeyse namazı terketmeyi ister hale geliyorum," dedi. Peygamber (sav) derhal cemaata hitaben bir konuşma yaptılar. Onu hiçbir hitabesinde o günkü kadar öfkeli görmemiştim. Buyurdular ki: - Ey insanlar. Sizler nefret ettiriciler misiniz? Her kim halka namaz kıldırırsa hafif tutsun. Çünkü cemaatın içinde hasta, zayıf, hâcet sahibi olanlar bulunabilir... Görüldüğü gibi Peygamberimiz hiçbir zaman, insanları dinden uzaklaştıracak, soğutacak, nefret ettirecek davranışlara kızdığı kadar başka hiçbir şeye öfkelenmemiştir. Mü'minin vazifesi, İslâm'ı insanlara daima güzel göstermek, onları dine ısındırıp sevdirmek, kolaylaştırmak, güçleştirmemektir. Utbe bin Âmir anlatmaktadır: "Kız kardeşim (Ümmü Hibban) Beytullah'ı yaya olarak ziyaret etmeyi adamış, fakat sonradan buna güç yetiremiyeceğini hissedince, mes'elenin Resûlüllah Efendimiz'den sorulmasını bana emretmişti. Ben Hazret-i Resûlüllah'a sorduğumda, cevaben: - (İptida) yaya yürüsün, (sonra) bineğinin sırtına binip gitsin.. buyurdu... Hazret-i Enes'den (ra): "Nebiy-yi Ekrem (sav), iki oğlunun arasında, onlar tarafından taşınarak yürütülen bir ihtiyar kimse gördü. 'Bunun zoru nedir? Niye bir bineğe binmiyor?' diye sordu. Oğulları cevaben: - Yâ Resûlâllah. Babamız yaya olarak Kâbe'ye gitmeyi nezretmiştir. Bunun için böyle yürütüyoruz, dediler. Resûlüllah Efendimiz: - Şüphesiz ki Allah, bu ihtiyarın nefsini azâblandırmakla yaptığı ibadetten müstağnidir, buyurdu ve ona,bineğine binerek Kâbe'yi ziyarete gitmesini emretti." Abdullah bin Mes'ûd'dan: "Resûlüllah (sav), va'z hususunda, bize bıkkınlık gelmesin diye halimize bakıp ona göre gün ve saat kollardı." Câbir bin Abdillah anlatmaktadır: "Resûlüllah (sav)bir seferde idi. Derken üzeri gölgelendirilmiş olduğu halde yanında insanlar toplanmış bir adam gördü ve 'Onun nesi var' diye sordu. 'Oruçlu bir adam' dediler. Resûlüllah (sav) bunun üzerine: - Seferde oruç tutmak hâlis bir iyilik ve fazilet değildir. Allah'ın sizin lehinize yapmış olduğu ruhsatlardan ayrılmayınız," buyurdu. Asr-ı Saâdet'te, adamın biri dağda bulduğu suyu bol, toprağı verimli ıssız bir mağarada kendi başına inzivaya çekilip,cemiyetin kötülüklerinden, fitne ve dedikodularından kurtulmayı düşünür. Ancak kararını bir de Resûlüllah Efendimiz'e açmak, O'nun bu konudaki görüşünü almak ister. Huzura gelerek der ki: - Yâ Resûlâllah, ben bir mağara buldum. İçinde suyu, önünde toprağı var. Orada inzivaya çekilerek kendimi tamamen dünyevî şeylerden tecrid etmeyi; uhrevî işlere, ibadet ve taata vermeyi düşünüyorum. Bu hususta siz ne dersiniz?" Adamın cemiyet hayatını terkedip, ibadet için mağarada inzivaya çekilme fikrine Allah Resûlü şu ibretli cevabı verir: - Ben, Yahudilikle, Hıristiyanlıkla gönderilmedim. (Yani cemiyetten kaçma fikri onlara aittir.) Ben dosdoğru olan İslâm'la gönderildim. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin olsun ki, mağarada tek başına gündüz akşama kadar nafile ibadetlerle meşgul olmaktansa, cemiyet içinde sabah, yahut akşam, Allah için azıcık yol yürümek, (İslâm'a hizmet için zahmet çekmek) dünyadan ve dünya içindeki herşeyden kat kat hayırlıdır. Ve sözlerine şunu da ilâve eder: - Cemaat içinde safta yer almanız da, inzivadaki 60 sene ibadet ve namazdan hayırlıdır... Cemiyeti terkederek inzivaya çekilmek isteyene, Allah Resûlünün verdiği bu karşılık, din düşmanlarının İslâmiyetin insanları cemiyetten el etek çektirdiği yolundaki menfî propagandalarına güzel bir cevab teşkil etmektedir.
MONAT

 

 

Bugün 11 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol